20100630

Beklemek (1/3)


Telâfî şansının kalmadığı ânı bekledim. Gitmene ramak kala, uçan kuşa bakarak söyledim: "Unuttun.". Oyuncak sözü verdiğin çocuğun gözlerine baktı, utanmış güzel gözlerin. Ayın her kalınlaştığı gün, içindeki hüzün katlanarak büyüsün.
Benim ilk aşkım, bir Atari 800XL'di. Basic (basit) dilinde konuşurduk aramızda. Şimdi basitçe yazıyorum sana:
10 AYRILIK
20 (EĞER 10=ACI) GİT 30, (YOKSA) GİT 50
30 BEKLEMEK
40 (EĞER 30=ÖZLEM) GİT 30, (YOKSA) GİT 50
50 YENİ AŞK
Yazdıklarımı okumazsın, okusan da sıkılırsın. Yine de ayrılık defterime, satır satır yazılsın.
by by
Sırf kendi bildiği lisanda, bak ne diyor Fraser: "Kala". Kalsaydın ya.
Yann Tiersen Feat. Elizabeth Fraser - Kala

20100629

Med cezir


Dolunayın senelik izindeki fukarâ benden üstündeki etkisi devam etti, med cezirle dolu bir gün daha bitti. Sabahtan bir görüşmesi vardı, ardından ikincisini yaptı, ardından ver elini Fındıklı çaycısı, ver elini Yerebatan Sarnıcı, Sultanahmet çaycısı, Tahtakale toptancısı, Hisar manzarası, İstinye çaycısı.
Sultanahmet Meydanı'nda bir çift göz gördü bu garip, içinde olduğu mahpushâne aracından muzdarip. Gözlerin sâhibi elleri demir parmaklıklarda, hüzünle bakıyordu cıvıl cıvıl Sultanahmet Meydanı'na. "Ne şanslıyım, özgürüm ulan!" diye haykırdı içinden, bu sürüngen benden. Atladı sonra, her akşam bir kere kalkan Boğaz motoruna, kuruldu sâhil boyunca dizilmiş yalıları izleyeceği koltuğuna.
Fukarâlığına kahredip durdu, unuttuğu anlarda beter mahpusu.
by by

20100628

Zaman öldürmek


"Zaman öldürmek için." diyor. Zaman kaç canlının kâtili, bilir misin sen? Herkesi, her şeyi yutan, yutarken kılçığını ayıklamaya bile tenezzül etmeyendir o. Öyle haşmetlidir ki, "Zaman öldürmek için." sözleri dökülürken dahi dudaklarından, seni yavaş yavaş öldürmektedir. Doğduğunda yaşlanmaya başladın sen, hattâ ananın rahminde. Ölüm sayacın gerçekte, spermin yumurtanla buluştuğu an başladı. İlk yarışını kazandığında sen, başın ölümlülükle taçlandırıldı.
"Zamân"ı geriden okuyup, ölümden sonra rahata ermek için uğraşanlar da var, öyleymiş gibi görünüp dünyâlarını garantiye alanlar da.
En, boy, derinlik, zaman... Dördüncü buut olarak zaman. Buutları sıralarken bile insan, son sıraya koymuş, bak. Sebebi haşmetine duyulan saygı değil, ölüm korkusundan uzaklaşma gayretidir. İlk üçüne müdahale etmek çoğu zaman mümkünken, zamânı manipüle eden formül, henüz keşfedilmemiştir.
Kıçından alıp yüzüne yapıştırmaları için üstüne para verdiğin deri, getiremez geçen zamânı geri. Aldırmak için servet döksen de geri, hiçbir şeye aldırmadan hareket eder, hep ileri. Güneş altına yattığında yakmak için tenini, yardım ettiğindir, yaşlandırması için seni.
Fiziği en çok uğraştırandır zaman. Aşındırma kuvveti... Kayayı unufak ederken deniz dalgalarıyla, en yakın dostu zamandır, yanında olan her an.
Çocuktun da hani, yaşını buçuklarla söylerdin sen, can atarken büyümek için. "Hele şu okul bitsin.", "Hele şu arabanın taksidi bitsin." derken sen, içinde müstehzî gülümseyen bir saat vardır her zaman. Zaman ayarlı bir bomba taşıyorsun içinde... Adı zaman.
Böke Yüzgen, 2010
¨¨˜”°º•by•º°”˜¨¨

Dün gece dolunay vardı. "Many moons have passed" diye başlayan şarkısının videosunu yapmayan Ian Brown'ı, John Austin kötü cezâlandırmış:
Time is my everything
Many moons have passed
since our paths last crossed
Did you maybe lose your way?
'cause time is my everything
Time is my everything
For you I'd do anything
Under the sun
And child, don't you fear anything
For all of the wicked men,
shall have to stand in line
I know you're gonna see it in the fullness of time
I know you're gonna see it in the fullness of time
So many moons have passed
since our paths last crossed
You're gonna have to find a way,
time is my everything
Time is my everything
For you I'd do anything
Under the sun
Child, don't you fear anything
For even the greatest men,
shall have to stand in line
I know you're gonna see it in the fullness of time
Ain't the devil happy
when two lovers break a bond they made?
Happy ever after when two lovers come as one again
I know you're gonna see it in the fullness of time
I know you're gonna see it in the fullness of time

20100623

Kullanıcı gözüyle twitter


Eskiden açtığım twitter hesâbımı son bir aydır aktif olarak kullanıyordum, bugün kapattım. Anonim yazarların ne kadar rahat yazdıklarını gördükçe, kendi adımla hesap açtığıma daha çok pişmân oldum, sonunda kapattım. Gözlemlerimi paylaşıyorum.
  1. Fikir RSS'e çok benziyor. Her twitter hesâbı RSS yayını yapan bir internet sitesine benziyor. İsteyen istediği RSS'e abone oluyor ve bunları gruplayıp listeler oluşturabiliyor. O listelere de abone olmak mümkün.
  2. Kullanılan Türkçe ekseriyetle "gençlik Türkçe'si" ve bu gâyet doğal... Kullanıcıların ezici çoğunluğu genç.
  3. Çoğu insan alıntı yaptığında kredi vermiyor. Uyduruk alıntılar da çok. Birisi Atatürk'ün söylediğini iddia ettiği, İsrâil'i kötüleyen bir vecîze yazdı. Atatürk 1938'de öldü, İsrâil 1948'de kuruldu.
  4. 140 karakter sınırlaması Strunk ve White'ın "The Elements of Style"ındaki can alıcı bir noktayı uygulamalı olarak öğretiyor... Kısa ve öz yazmak... Gerçi tweet'leri arka arkaya girerek 140 karakter sınırına meydan okuyanlar da yok değil.
  5. O anda en çok konuşulan konuları listeleyen trending (moda) fonksiyonu henüz Türkiye'yi desteklemiyor. Türkiye'de gündem çok hızlı değiştiği ve herkes birkaç gün için aynı konuyu konuşup, yeni bir gündem maddesi yaratıldığında eskisini unuttuğu için, trending fonksiyonunun Türkiye'ye pek gerektiği de söylenemez. Durum öyle bir hâle geliyor ki, herkes aynı anda aynı konuda tweet (cik) yazmaya başlıyor.
  6. Yüzlerce, hattâ binlerce kişiyi follow (tâkip) edenler — daha doğrusu iddia edenler — var. İnsan hayâtını vakfetse, bu kadar metni okuyamaz. Hiç mention atmayan (tepki vermek veyâ laf atmak diye çevirsem?) veyâ yalnızca gelen mention sâhiplerine mention yazan birinin, kimseyi okumadığını veyâ nâdîren okuduğunu anlamak güç değil.
  7. Kimseyi tâkip etmeyenler var... Bu bir dürüstlük göstergesi gibi görünse de, twitter'ın karşılıklı bilgi akışı mantığına ters. Bunların çoğu "Ben kendi kitabımdan başkasını okumam." diyen yazar takımından.
  8. İşlerin her an "Ne yiyorsan osun."a benzer şekilde, "Kimi tâkip ediyorsan osun."a gelmesi mümkün. Örn. canlı dizi, tartışma programı, hava durumu ve futbol maçı yorumcuları bâzen ölçüyü kaçırabiliyorlar.
  9. Maalesef tweet silen, özellikle de mention tweet'lerini silen çok insan var.
  10. Sahte hesap sayısının çokluğunun sebebi belli. Ünlülere meraklı yurdum insanı, twitter'da da aynı insan.
  11. Bir listeden çıkmak için , listeye alanı bloklamak ve bloğu kaldırmak yeterli.
  12. Birine mention yazarken, @ işâreti tweet'in başına koyulursa tweet'i sâdece mention'da bahsedilen, başka bir yerine yazılırsa tüm tâkipçiler görüyor.
  13. Gelişmiş arama faydalı.
  14. Arayan bulur. Bana yeni şeyler öğreten, bildiğim konularda farklı düşünmemi sağlayan ve espritüel kullanıcılar buldum. twitter'da nicelik yerine nitelik önemli. Tâkip edilesi insanları bulmak için ilk baktığım yer, severek tâkip ettiklerimin tâkip ettiklerinin listeleriydi. Virüs gibi oradan oraya bulaşmayı sevdim.
Yeni bir okula başlamış farzet kendini... Kafa arkadaşlar bulmak için biraz vakte ve kazımaya ihtiyâcın var. twitter bir okul.
Böke Yüzgen, 2010
¨¨˜”°º•by•º°”˜¨¨

20100613

Sibel Arna ve zamâne köleliği olarak istihdam


Öncelikle Sibel Arna'nın "Dokuz aylık bebekle mavi yolculuk" makâlesini sonuna kadar okuma sabrını gösteren, bununla da yetinmeyip, sosyâl medyanın gündemine taşıyan insan(lar)a teşekkür ederim.
Makâleyi buraya aynen yapıştıracağım, çünkü üçüncü partilere şüpheyle yaklaşırım. Bir yerlerine mutlakâ "dizgi hatâlarından sıyrılma" ve "içeriği haber vermeksizin değiştirme" ile ilgili uyarılar iliştirirler. Ayrıca sitenin altyapısı değiştiğinde, ilgili adresin değişme ihtimâli yüksektir.
Dokuz aylık bebekle mavi yolculuk
Bazen bana bir deli cesareti geliyor diye düşünüyorum. Yoksa dokuz aylık bebekle bir haftalık mavi yolculuğa nasıl evet derim. Ama dedim.
34 metrelik, sekiz kameralık, 16 kişilik teknemiz Deniz Felix Balina’ya geçen cumartesi dokuz yetişkin, iki bebek olarak bindik. Rüzgar’ın arkadaşı Kuzey henüz yedi aylık. İnanmayacaksınız ama ikisinin de keyfi yerinde. Temiz hava, fazla yakıcı olmayan güneş ve beşik gibi sallanan tekne onlara iyi geldi.
Bu Rüzgar’la bizim ilk tatilimiz. İlk defa evinden ayrı bir yerde uyudu. Hiç sorun çıkarmadı. Doktorumuz bunu bize daha yirmi günlükken demişti: “Bebeğinizle dünyanın her yerine gidebilir. Yeter ki annesiyle babası yanında olsun.” Ne kadar doğruymuş. Mekanlar ne kadar önemsizmiş. Dört duvarın içine tıkılıp kalmak ne kadar gereksizmiş.
Peki senden ne haber derseniz, şöyle: Tabii ki bu daha önce yaptığım mavi turlara hiç benzemedi. Bu satırları yazarken teknede beşinci günümüz bitti, ben hala teleme peyniri! Her seferinde “Şimdi yarım saat güneşleneceğim, beni hiçbir güç yerimden kaldıramaz” diyorum ama kaldırıyor tabii ki! Rüzgar, 70 koruma faktörlü krem gibi sağ olsun! Dadılar yanımızda olmasına rağmen sere serpe uzanmak imkansız. Sütü, çorbası, meyvesi derken akşam oluyor.
FESTİVAL GİBİSİN RÜZGAR
Deniz deseniz Rüzgar uyanıksa o da zor. Çünkü arkamdan gelmek istiyor. Beni suda çimerken her gördüğünde çığlık kıyamet bağırıyor. Ya bana bir şey yapıyorlar zannediyor ya da yanıma gelmek istiyor.
Ne yapıyoruz? Yeni emeklediği için teknede sabit duramıyoruz. Dizlikleri bacağında, o önde ben arkada, tekneyi tavaf edip duruyoruz. Eğleniyoruz. Attığı her kahkahada, göz bebeği her parladığında, heyecanlanıp kamyonların önünde duran süs köpekleri gibi sallandığında deliriyorum. İşte hep o anlarda tekrar tekrar fark ediyorum bunun hayatımın en büyük mutluluğu olduğunu. Festival gibisin Rüzgar ebediyen sana katılmak istiyorum.
Biz mi tatile çıkıyoruz dadılar mı?
Tekne tatilinin bana tatil olmamasının bir nedeni de dadımız Hanife Hanım. Tekneye binince, Göcek, Rodos, Simi gezince ona bir şeyler oldu. Resmen aklı uçtu. Yoksa neden Rüzgar’a tarhana çorbası yapalım dediğimde yayla çorbası pişirsin? Bunu yaptığı gün Rüzgar sabah kahvaltıda yumurta yemişti üstelik. E yayla çorbasının içinde de yumurta var. Bir gün içinde iki yumurta veremeyeceğimizi ezbere biliyor.
Yüzme bilmemesine rağmen her gün beş posta denize giremediği için hayıflanmaya başladı. “Sibel Hanım keşke kocamla çocuklarım da burada olsaydı” sayıklamalarının ardı arkası gelmedi. Normal şartlarda Rüzgar’ı mutlu etmek konusunda profesör olan kadın, deniz üstündeyken sınıfta kaldı. Oğlumu alıp, oyuncakları yayıp bir saat kesintisiz vakit geçirmeyi hiç başaramadı. Bunun yerine Rüzgar’ı kucaklayıp, peşimde dolaşmayı tercih etti.
Neden? Nedeni basit. O da insan. Evet denizi görünce giresi geliyor, seni bikinili görünce onun da canı sere serpe uzanmak istiyor. Eminim kamaradaki aynaya her baktığında acaba yüzüm yanmış mı diye kontrol ediyor. Ama tabii ki abartmaması, çalıştığını unutmaması gerek. Hanife Hanım’daki arızaların benzerlerini Kuzey’in dadısında da gözlemledim. Simi’de fotoğraf çekeceğim derken bebek arabasının üstüne kapaklanıyordu mesela.
Bu konuda daha enteresan hikayeleri ise döndüğümde dinledim. Arkadaşım Tülin’in bakıcısının Antalya’daki tatil köyünde bir saat ortadan kaybolmasına, işini gücünü bırakıp gidip göbek dansı kursu almasına kaç puan verirsiniz? Kardeşim dadı mısın, dansöz mü? Bu hareketleri yapabildiğine göre iyi kıvırdığın bir gerçek, niye bir de üstüne kursa yazılıyorsun, anlamadım. Aynı kıvrak insan, ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi dalış kursuna da gitmek istemiş. Neymiş su altında nasıl nefes alınıyor çok merak ediyormuş. Büyük konuşmayayım ama ben o kadının kafasını dalış tüpü olmadan suya gömerim!
Sibel Arna
Sosyâl medyada makâle üstüne yazanların çoğu, yazarımsının kölelik devrini özlediğini savundular. Hâlbuki kölelik bitmemiştir "efendim", isim değiştirmiştir.
Çocukluğumda, bir iktisatçı olan babam M. Ercüment Yüzgen'in kütüphânesinden okuduğum bir kitap, "meta"nın târihini anlatıyordu... Milyonlarca yıl önce, komünal yaşam vardı. İnsan türü, diğer akrabâları gibi, berâber avlanıyor, barınaklarını berâber hazırlıyor, berâber topladıklarını, berâber avladıklarını, berâber tüketiyorlardı. Çok çok çok daha sonra mülkiyet, çok çok daha sonra trampa, çok daha sonra para bulundu.
Köleliği tetikleyen yalnızca iktisâdî metamorfoz değildir. Jared M. Diamond, "Guns, Germs, and Steel: The Fates of Human Societies" adlı kitabında, silah, mikrop ve çeliğin etkilerini de tafsîlatlı olarak anlatır.
Tüm bu gelişmeler on milyonlarca yıl zarfında cereyân ederken, birçok îcâdı da tetiklemiştir. Örneğin barınaklar eskiden birlikte kullanılırken, diğer insanlardan çok metası olanlar için, mülkiyetlerini koruma amacıyla, kaleler îcât edilmiştir. Nüfûsun artması, beslenme ve barınma ihtiyaçlarını karşılama güçlüğünü de getirmiştir. İnsan türü önce avlanmak, daha sonra başka insanları alt etmek, köleleştirmek ve elindeki metaları gasp etmek için, çeşitli silahlar îcât etmiştir. Tüm bunlar köleliği doğurmuştur.
Süreç bitmemiştir. Kalelerin yerini alan ve herkesin olan İstanbul Boğazı'nın en güzel noktalarını halka kapatmış yüksek duvarlı yalılar, canım Türkiye'min (*) bayılarak seyrettiği Aşk-ı Memnû adlı dizide bolca görülebilir. Beslenme ve barınma ihtiyaçları, nüfus arttıkça, geniş halk yığınları için, daha büyük zorluklar yaratmaya devâm etmektedir.
Kölelik bitmemiştir "efendim", isim değiştirmiştir. Temel ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli kaynağı olmayan insanlar, emeklerini efendilerine satmak ve iktisatta "artı değer" tâbir edilen değeri katmak zorundadır. Köleliği korumak için sayısız kitap yazılmış, halk yığınlarının bunlara tapınmaları sağlanmıştır. Medya aracılığıyla pompalananların çoğu da, bu amaca hizmet etmektedir. "Toplum mühendisliği"nin hedefi, köleliğin devâm etmesini sağlamaktır. ve günden güne gelişmelidir. Aksi hâlde, günden güne genişleyen yoksul çoğunluk idâre edilemez. Köleliğin "sürdürülebilirliği", toplum mühendislerinin başarılarına bağlıdır. ABD'nin başına bir siyahın getirilmesinin bir sebebi vardır.
Kölelik bitmemiştir "efendim", isim değiştirmiştir. ABD'de bir otobüste yanına siyah tenli biri oturduğunda, oturduğu yerden kalkarak, ayakta seyahat etmeyi tercih eden beyaz tenli şahsı, kendi gözlerimle gördüm.
John Lennon, geniş kitleleri fikir ve eserleriyle etkilemiş bir kişiydi. Bunlar arasında "Imagine", özel bir yer tutar. "Efendim", bu yüce insan, benzeri sayısız insan gibi, katledilmiştir.
"Possession isn't nine-tenths of the law. It's nine-tenths of the problem."
"Mülk yasaların onda dokuzu değildir. Problemin onda dokuzudur."
John Lennon
Sibel Arna'nın makâlesi, Jared M. Diamond'ın savunduklarının bir kanıtıdır. Diamond, az gelişmiş medeniyetlerde yetişen çocukların, gelişmiş medeniyetlerde yetişenlere göre daha zekî olduklarını savunur,  sebebi, tuzak kurarak avlanan, karnını doyurmak için yaptığı işte başarılı olmak zorunda olan beyinlerin, televizyon karşısında büyüyen ve sınav kazanmadan özel okullarda okuyabilenlerden fazla gelişme olanağı bulmasıdır. Sibel Arna'nın makâlesi, niteliksiz olabilir. Bütün yazdıkları öyledir, bütün yazacakları da öyle olacaktır. Yazdıkları nitelikli olamayacağı gibi, olmak zorunda da değildir, çünkü o köşede büyük ihtimâlle torpille yazmaktadır, ancak bir "efendi" olan Sibel Arna'nın takdire şâyan bir yönü vardır... Makâlelerini okuyan herkesin kendine benzediğini düşünmesinden midir, yoksa akıl edemediğinden midir, bilinmez, ama takiyye yapmamıştır.
İyi günler dilerim "efendim".
* CC: Creative Commons
Böke Yüzgen, 2010
¨¨˜”°º•by•º°”˜¨¨

20100612

Uzaydan nanik


Haberin var mı canım Türkiye'm*?
İnternet'ine sansür gelmiş.**
Gâvur Varna'yı*** geçmiş,
Uzaydan nanik yapıyor.
 
* CC: Creative Commons
** AA: Anadolu Ajansı
*** NH: New Hall
 

Böke Yüzgen, 2010
¨¨˜”°º•by•º°”˜¨¨

20100603

Şâir ile musahhih


Şâirin musahhih olması kendisi, musahhihin şâir olması başkaları için acıdır.
Böke Yüzgen, 2010
¨¨˜”°º•by•º°”˜¨¨