AA- Bir yanlışı düzelteyim: Kitabın tasarımcısı ben değilim. Kitabın tasarımı tamamen Bamm-RYD işbirliğinin eseridir. Alternatif “kitap kapağı” önerim ise “kurumsallık” engeline takılmıştı/r. Şu doğru: Baskı öncesi kitabı görmedim.
Adnan Ağabey, ben “Kitabın tasarımını sen yaptın.”
demedim. Tasarımcının yaptığı hatâları görüp uyaracak kadar yetkin gördüğüm için, seni de sorumlu tuttum.
AA- Kitabın sol sayfalarındaki boşluk, tamamen “görsel düzenleme” amaçlı. Beslenme Saati kitaplarında sol sayfa boştur. Bir de, not alma gayesi güdülmüş. Bu husus, tamamen “art”istik bir tercihti/r.
Demek paraları çok ve/veya ağaçlara acımıyorlar. Sağ sayfalarda notlar için gereğinden fazla alan var. Not tuttuğum için biliyorum.
AA- “Mizanpaj hatâları” ve diğer görsel düzenlemelere işin “teknik” kısmı dersek, bu hususlardaki görsel pürüzler, gözü yoran çapaklara yönelik eleştirilerde haklılık payı var, var olmasına da… Bamm-RYD işbirliğinde yayımlanan Beslenme Saati kitaplarının bu haliyle yayımlanması küçümsenmeyecek bir çabadır. Arkasında “holding” desteği olan bir yayınevi “sıfır hata”lı veya “sıfır hata”ya yakın bir kitap sunabilir okurlara.
“Teknik” yazarak küçümsemişsin. Yazıyı çok seven bir insan olarak tipografi konusunda hassas olmanı beklerdim.
AA- “İtalik metnin altı asla çizilmez” mi? Niçin? İşaret edilmek istenen dev gibi bir hatanın iyice göze sokulması gayesi egemendir bu kuralın (?) ihlaline sebep. O kadar fahiş bir hatadır ki gösterilmek istenen, sadece italik yazmanın yetmeyeceği bir sallapatiliği afişe etme çabası olarak görülmelidir bu ve buna benzer “tasarruf”lar.
Vurgu üstüne vurgu olmaz.
AA- Sevgili Böke Yüzgen’in “sekter” ve “ortodoks” sözcükleriyle tanımlayabileceğim “dilsel” eleştirileri ise tamamen “tercih” meselesidir. Bâzı konularda bir parça esnek olabilirdi. Despotik hali de sempatik.
Sözlerime, dolayısıyla bana, Türkçe’siyle “bağnaz” demişsin, “tutucu” demişsin… Üstüne despot da demişsin... Benim yazdıklarım tipografik kurallardır ve hepsi doğrudur. Onları yumuşatarak yazmam, yazamam. Senin bir yazar olarak öğrenmeni tavsiye ederim.
AA- “Kime ve neye göre” sorusu sorulabilir. Okumaya soğuk bir milletiz. “Ağdalı” bir kitabı değil okumak, kimse eline bile almaz! Kurtlar Vadisi’nin senaryo grubunda da değiliz ki, dizi içinde Polat Alemdar’dan “satış” yardımı alabilelim!
Sözünü ettiğim “ortodoks” bakış açısı burada “peak” yapmış. Üslubu beyan, ayniyle insandır, derler. Kitapta ele alınan konular, hiçbir surette “uzatılmamıştır”. “Ağdalı” yazma kaygısı ise söz konu bile değildir. Bir yazara (“yazar” olan ben değilim), niçin böyle yazdın diyerek, onun üslubunu hizaya çekmek doğru olmaz. Burada mihenk taşı “üslup tercihi”dir. Sadece ama sadece “yazan ne ise o yazıya geçirilmiştir”. Rahmetli Ünsal Oskay’ın denemelerini okuyan birisi için benim yazdıklarım çerezdir!
Elbette bana göre... Sanmam ama, başka bir okur “Çok kısa yazmış, bir şey anlamadım.” da diyebilir.
AA- Necmiye Alpay ile Feyza Hepçilingirler’in kitaplarına ek olarak, Ana Yazım Kılavuzu da kılavuz olarak benimsenmiştir. “Türkçe’nin” yerine “Türkçenin” bilinçli olarak tercih edilmiştir. “Dil adlarını küçük harfle başlatarak yazanlar var; ama genel kabul görmüş olan kural, dil adının büyük harfle başlaması ve aldığı çekim eklerinin kesme ile ayrılmaması biçimindedir. Doğru yazım, ‘Türkçe’nin’ değil, ‘Türkçenin’ biçiminde olan.” yazan Feyza Hepçilingirler’le aynı fikirdeyim. Ne var ki, “özel isim” mantığına göre “İngilizce’nin” yazımı da “doğru” sanki. “Genel kabul görme etkisi”ne bağlamak gerekiyor buna benzer ihtilafların nasıl neticeleneceğini.
Buna galât-ı meşhur da diyemeyeceğim. Lîsan isimlerine küçük harfle başlayarak yazanlar ve apostrofları kullanmayanlar yanlış yapıyorlar. Apostrof için örnek veremeyeceğim, ama Latin Harfleri ile yazılan bütün lîsanlarda lîsan isimlerini yazmaya büyük harfle başlanır ve dilimizde özel isimlere gelen eklerden önce apostrof kullanılır. Bildiğin özel isimdir. "Lâm"ı, "cim"i yoktur.
AA- TDK’nin “birleşik kelime” ilkesine yakın değilim. Bence, iki sözcük bir araya (biraraya?) geldiğinde, başka bir “concept”i karşılıyorsa, o iki sözcük “birleşik” yazılmalıdır. Benim “tercihim” bu istikamette. Kısacası; “’Sütdişi’ değil, ‘süt dişi’, ‘anadil’ değil, ‘ana dil’” demek ferdî bir tercihten öte anlam taşımaz. Türkçe üzerine kafa yoran akademisyenler arasında bile “tek doğru”ya indirgenmiş bir yazım biçimine ulaşılamamıştır.
“Concept” mi? Bak, yine İngilizce yazmışsın. İngilizce bilmeyenler için "kavram" diyelim. Bu arada ne seviyede İngilizce bildiğini çok merâk ediyorum... Sürekli İngilizce yazıyorsun. O zaman “elarabası” mı yazacağız? “Dişmâcunu”? “Gömlekdüğmesi”? “Masatakvimi”? Zaman içinde birleşen kelimeler var, onları elbette birleşik yazmak lâzım… Benim kitabından verdiğim örnekler, henüz o evrimi tamamlamamış olanlardır.
AA- Şimdi… “IZTIRAP” yazımı için yanlış demiş Böke Yüzgen. Doğrusu “IZDIRAP” demiş. Yanlış sevgili Böke. Dahası kitabın başında verdiğim kaynaklar ıskalanmış. Bakalım. Vural Sözer’de “ISTIRAP (Ar. Iztırab) kö. darp (darb)”.
Ana Yazım Kılavuzu’nda “ISTIRAP”. Ve de İlhan Ayverdi Sözlüğü’nde “IZTIRAP-ISTIRAP-IZTIRAB” Yahya Kemal’den: “Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor / Lâkin vatandan ayrılışınıztırâbı zor” Daha fazla uzatmak istemiyorum. Ancak, durum girift. Bu kabil dil tartışmalarına “entelektüel tatmin” diyenler çoğunluktadır. Türkçede yaşanan erozyon, fakirleşme o kadar had safhada, o kadar derin ki, bu kelimeye gelene kadar neler var neler, dert edip ya sabır çekeceğimiz… Tek derdimiz bu olsun!
Kime inanacağız? TDK şöyle yazmış:
http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=verilst&kelime=%FDzd%FDrap&ayn=tamEtimolojik bilgi için teşekkürler. Yalnız o zaman “intellectuel” mi yazacağız? “Télévision”? Bir lîsana giren kelimeler o lîsanın fonetiğine uydurulur. Bu arada kitabının başka bir sayfasında (kitap yanımda değil, senin bilgisayarında vardır, “ırap” diye aratırsan bulursun) “ızdırap” yazdığını belirteyim.
AA- Tek tek ele almak gerekirse: “Simidi”, “anmazlık” ve “ihraç” doğru elbette. Terziyiz ya! İDO’nun web sitesinde “Şehirhatları” yazması enteresan. Buna mukabil, “traş” kelimesi için “mal bulmuş Mağribi gibi” demek zorundayım. Sevgili Böke Yüzgen, “Şiir ve Reklam Yazarı Sayıklaması”nda geçen 3 ADET “traş” kelimesinin BİLİNÇLİ OLARAK, ÖZELLİKLE “TRAŞ” yazıldığı gerçeğini atlarken, Türkçe üzerine yazan birisinin kitabını okurken, “nasıl da yakaladım ama” cümlesinde vücut bulan sarhoşluğa teslim olmuş maalesef. Oysa o yazıda, “palindrom”lardan bahis açılmıştı: “’Kreatif ekip’ mensubu bir kişi, ki bu ‘yazar’ olsun, iyi bir ‘reklamcı’ olmak istiyorsa mutlaka şiir okumalıdır. Bu şarttır. Nasıl ki, güne zinde (‘Fitnes’” aşağı, ‘fitness’ yukarı; güzelim ‘zinde’ burada!) başlamak için ‘traş şart’ ise şiir okumak da şarttır. ‘Paliu dromos’ fark edildi mi? Tersinden okunuşu da aynı okunan kelime ve/veya cümlelere ‘palindrom’ denir. Şiir okuyanların, şiirle sıkı bir ilişki kuranların bu sözcük oyunlarına girişi de çok kolay olacaktır haliyle. ‘I’sız ‘traş’ yazımı için ‘tıraş’ yapmazsınız umarım.”
İDO bir gün Arapça da yazabilir. Bize ne? Traş için… Aynen yazdığın gibi, “mal bulmuş mağribi gibi” tanımına uygun davranıyorum. Onlar böyle bir kitapta hatâ bulursa susmaz. Burada etimolojik bilgi vermemişsin… “Teras”tan geliyor ve “tıraş” şeklinde yazılıyor. Canımız isteyince “traş” yazamayız.
AA- Şu sevimli “şapka”mız… Böke Yüzgen haklı. Birinde “şapka” var, ötekinde yok… Bu nasıl iş? Bunun izahını kendime de yaptım. Kitapta da belirttiğim gibi, bazen (bâzen?) kendimi Yağmur Atsız gibi, tüm sirkonfleksleri atlamadan kuralına, telaffuzuna uygun olarak kullanmak isterken, bir yandan da, daha esnek bir “şapka” kullanımının okumayı kolaylaştıran, okuyanın gözünü tırmıklamayan yanına sığınıyorum. Aslına bakılırsa, “dünya” değil; “dünyâ”! “Mavi mavi masmavi, gözleri boncuk mavi” türküsünün öznesi bizi ilgilendirmiyor. Nasıl telaffuz edilirdi bu sözler? “Mâvi mâvi” diye uzatılarak söylenmez, kısa kısa “mavi mavi” diye işkence edilirdi hassas kulaklara!
“Şapka” (^) olarak andığımız “inceltme-uzatma” işaretinin yetersiz olduğunu düşünüyorum. İnceltmek için “^”, uzatmak için ise harfin üzerine uzun çizgi konulmasından yanayım. Mesela: “ō”. Bu düşüncemin kabul görmesini beklemiyorum. Yerli yerinde bir “^” işareti kullanımına da razıyım. Kimi zaman Misalli Büyük Türkçe Sözlük’e kaydı kalbim, kimi zaman da Ana Yazım Kılavuzu’na…
Hangisini istersen yap. İstersen “Şapka kalktı ağabey!” diyenlere katıl, ama arada kalma. Yağmur Atsız’ın görüşlerini senden öğrendim. Benim şapka konusundaki fikirlerim de aynen onunkilerle örtüşüyor.
AA- Kitaba yönelik eleştirileri okurken, kendimi “Yemekteyiz” adlı programa katılmış birisi gibi hissettim! Amacın üzüm yemek olmadığı, bağcıyı dövme noktasına odaklanılmış haliyle seyredeni hafakanlar içinde bırakan o programın, “Türkçedeyiz” versiyonunda… “Yazan”ın üslup tercihi, asık suratlı bir mürebbiyenin elindeki kızılcık sopasıyla hizaya çekilmeye çalışılmış izlenimi edindim ister istemez. Su bardağında parmak izi var, kompostoyu koyduğunuz kâsenin gül deseni ile kaşık simetrik değil vs.
Yanlış düşünüyorsun. İlk metinde yazdığım her şeyin arkasındayım. Lâf olsun diye yazılmış bir şey yok. Böyle bir mevzûda kitap yazarsan, böyle eleştiriler alman doğal. Üslûbun bence ağdalı ve bunu eleştirimde yazdım. Buna hakkım var. Popüler kültürle ne ilgisi var?
AA- “’:’ karakterinden sonra büyük harfle yazılır.”demiş Böke Yüzgen. Yanlış biliyor. Kural şudur: “İki nokta konduktan sonragelen bölüm, bir tümce oluşturuyorsa, ya da tümce değerinde ise büyük harfle başlatılır; tek ya da öbek olarak sıralanan sözcüklerde büyük harf kullanılmasına gerek yoktur.” “Kelimenin anlamını merak edenler olabilir düşüncesiyle şu kadarını yazmak yeter: savaş aleti, silah, malzeme, teçhizat.” tümcesinde “:” kullanımına ilişkin hatalı bir kullanım yoktur! Diktatör tavrın hükümranlığından bahsetmiştim. “Ve” kullanımım da bundan nasibi almış. Tekrar: “Yazan”ın üslup tercihi diye bir şey vardır ve var olmalıdır.
AA- “Giydirmiş”, “sataşmasında” “laf atmak” gibi ifadeler maksadını aşmış. En azından “şık değil”. Niyetim, kimseye “giydirmek”, “sataşmak” ve “laf atmak” değildi. Böyle görüldüyse, algılandıysa bu benim kusurum olsun. Reklamcılık görselliğe ve sözcüklere yaslanır. Türkçenin bu bağlamda tertemiz, adam gibi, şık mı şık kullanımı GEREKLİDİR. Züppeliğe yer yoktur Türkçe iletişimde. Ben Ege Ernart’ı, Eli Acıman’ı, Hulki Aktunç’u, Vural Sözer’i, Egemen Berköz’ü, Erol Çankaya’yı ve onların kuşağının Türkçe kullanımını özleyen birisiyim. “Kârı” yazınca, karşıma geçip de; “şapka kalkmamış mıydı aabi” diyen nesle âşina olamıyorum, kimse kusuruma bakmasın! İyelik ekini “delete” eden bir nesle ise hiç!
“Giydirmiş”in devâmında elbise giydirmeye çalıştığından bahsettiğimi atlamışsın. Hedef kitle neye tav olacaksa, öyle yazmak doğrudur.
AA- “Reklamcılık, Türkçe +” tanımı iyi sayılabilir. Kitabı okumayanları, kitaptan iyice soğutabilecek, recme kadar vardırabilecek satırlar burada olanca haşmetiyle boy gösteriyor. Yaptığım işi seviyorum. Herkesin işine saygı gösterirken, ifa ettiğim işe saygı gösterilmemesine sessiz kalmam düşünülemez(di). Bunun adı ise “şikâyet” değildir.”Türkçe ve etki alanına girdiği diller üzerine tespitler olduğu kadar, bir redaktörün kişisel dünyasında biçimlenen sosyolojik, psikolojik ve edebiyata ilişkin açılımlar da görebilirsiniz. Dahası, görülebilirse ne mutlu bana!”yazılmışsa…
Kimseyi kitabından soğutmak gibi bir niyetim yok. Türkçe üstüne yazarken yapılmış Türkçe hatâlarını, tasarım hatâlarını ve aralara serpiştirilmiş reklamcılıkla ilgili hatâlı savlarını yazdım. Kitabın gerisi gâyet güzel. Farklı zamanlarda yazdığın farklı makâlelerde, aynı görüşleri aynı kelimlerle ve tarzla ifade etmişsin ve bunları bir araya getirerek bir kitap oluşturmuşsun... Yazınca da kızıyorsun. Okur için çok fazla tekrar var. Kitabı basmadan ve/veya bastıktan sonra baştan sona okuduğundan şüphem var.
AA- 37. sayfada görselliğe karşı durulmadı. Görselliğe verilen öneme eşdeğer bir önemin yazıya/söze-telaffuza- de yer verilmesinin altı çizilmeye çalışıldı.
“Görsellik” değil, “yoğun görsel kullanımı” yazmıştım. Karışmasın.
AA- 71. sayfada ise “sayesinde” kelimesinin sadece olumlu bağlamda kullanılması gerektiğine vurgu yapıldı. İroni amaçlı kullanımlara söz etmeyecek kadar aklım başımda çok şükür!
Ben bugüne kadar yanlış kullanan kimseye rastlamadım. Sen rastladıysan haklısın.
AA- 119. sayfada “reklamlarda kullanılan dile” kızmadım. Türkçe kullanımındaki hayatî sorumluluğunu hatırlattım tüm reklamcılara… Geçmişin büyük ustalarını yâd ede ede…
Kızmışsın ve haksızsın. Hedefe giden her yol mübahtır.
AA- 237. sayfadaki “çelişki” (?) ise “Senior ‘Yazar’ Mevlânâ Sayıklaması”ndan… Bence çelişmiyor. Söz, muhatabın algı kapasitesine göre söylenebilir ama bunda da cıvıklığa, müptezelliğe düşmek gerekmez. Meramım budur.
Bahsettiğim, ilgili makâlede geçen kısa yazmakla ilgili görüşlerdi. Karışmasın. Kitabın geri kalanı ve üslûbunla aralarında tenâkuz var.
AA- 219. sayfadaki “yaratıcılık” mevzuu… “B/içimdeki Yara Sayıklaması”nda “yaratıcılık” kavramı sorgulanmaya çalışıldı. Kalıtımın payı da inkâr edilemez elbette. Okumaya aç, meraklı bir bilincin “yaratıcılık”ta sınır tanımayacağını söyleyebilirim. Elbette “gen” faktörü de göz ardı edilemez. Burada “%” hususuna bakılır. Ağırlığı nedir genlerin?
Tamam, anlaştık, ama yaratıcılıkta doğuştan gelen özelliklerin de önemli olduğunu kitabın yazmıyor. Bu konuda araştırmalar var ve çıkarımlar farklı... Kesin olan; ikisinin de önemli olduğudur. Yalnızca biri önemli gibi yazmak yanlıştır.
AA- 323. sayfadan başlayan yazı için “standart” tutturulmalıymış, evet, umarım ki, “genişletilmiş” halinde buna benzer nüansları düzeltme imkânı elde edilebilir.
Tamam, anlaştık.
AA- 385’e gelelim. Hayatını “yazı”yla kazananların mesuliyet duygusu en üst seviyede olmalıdır. Bir cerrahın işini savsaklamasını düşünebilir miyiz? Reklamcılar ve işi yazı olan herkes bu derin mi derin mesuliyet duygusuyla yanmalıyız. Kelimeler savunmasızdır. Bir kelime yanlış yazılırsa, ağlar, üzülür. Onların hâmisi “yazar”lar ve “yazan”lardır.
Hemfikirim. Benim derdim de sâdece senin gibi yanlış Türkçe yazan yazarlarla değil. Herkes işini doğru yapsın.
AA- Sevgili Böke Yüzgen’in FTS’yi didik didik edip otopsi masasına yatırması ve elde ettiği sonuçları yazmasından ötürü memnunum. Nâmık Kemal ne demiş: “Bârika-i hakîkat, müsademe-i efkârdan doğar.” Bu açıdan, yazılan her cümlenin kıymeti vardır. Bu vesileyle, söyleyecek ne kadar çok sözümün olduğu da ortaya çıktı. Bu sayede (“bu yüzden” değil!) birkaç eksik gediği yazabilme şansı buldum. Kapalıçarşı’nın hikâyesini kaleme alan Mustafa Ordaş’ın ve birkaç okurun e-postalarında öne çıkarıp özel bir önem atfettiği “Mrk”yi gözden kaçırmamasını dilerdim, Böke Yüzgen’den. Sıkı bir “okuma-dinleme-seyretme” listesi vaat ediyor(du), haylaz “Mrk”ler.
Namık Kemâl çok güzel söylemiş. Derdim o... Mustafa Ordaş’ın da kulakları çınlasın. O hâriç birlikte çalıştığım herkesle Türkçe ihtilâfına düştüğüm oldu. “Mrk”lerinin bir kısmını zâten ben de okudum, dinledim veya seyrettim. Senin diğer “Mrk”lerinden önce okumak, dinlemek, seyretmek istediğim çok “Mrk” var. Listemi eritirsem bakacağım.
AA- Kitabımın son cümlesiyle: “Sürç-i kalem ettiysek affola! Ne de olsa sürç-i insanız.”
Mevzûsu Mevzûu (Adnan Ağabey tashih etti, teşekkürler) sürç-i kalem olan kitapta bu kadar çok sürç-i kalem olursa ben affetmem.
Bunların dışında, değinmediğin eleştirilerime katıldığını düşünüyorum... Sükût ikrardan gelir. Arada kaynamasın. “Çok eksiklik var.” vb. “çok” kullandığım yerlerde demek istediğim, kuralları yanlış bilmen ve kitap boyunca yanlış kullanmandır. Şunlardan bahsediyorum:
- “?” kullanımında çok eksiklik var. Örn. “mutlu musunuz” yazılmış. Sonuna soru işareti gerekli.
- Eksik virgül kullanımı çok. Örn. “Kurumsal kimliği oluştururken ve bu temel çerçeveyi zihinlerde somut bir olguya dönüştürüp kanlı canlı hale getirirken kuşatıcı bir metnin gücünü yadsıyabilir miyiz?” cümlesinde “getirirken”den sonra virgül gerekli.
- Metin içinde kullanılıyorsa tırnak içine alınması gereken alıntılar alınmamış. Örn. “İyi para kötü parayı kovar, teorisine göre” yazarken tırnak gerekiyor.
- Çok yabancı kelime kullanılmış. Örn. tırnak içine alarak da olsa, sürekli “text”, “title”, “motto”, “copy writer” vs. yazmış. Türkçe karşılıklarını bir kez bile yazmamış. Mutlakâ yabancı kelime kullanılacaksa, bilmeyen için karşılığını en az bir kere yazmak gerekir.
- Düzeltmenler için çoğu yerde “Düzeltmenler sâdece reklamcılık sektöründe çalışırlar.” gibi bir yargı çıkarılabilir. Bu bilmeyenler için yanıltıcı bilgidir.
- 181’inci sayfadaki “kullanıcı dostu” çevirisi bence mantıklıdır. “Kullanışlı” kelimesi aynı anlama gelmez.
Bu metinde ifâdelerini kısalttım, çünkü yine uzun yazmışsın ve konuyu dağıtmışsın. Sürekli “Reklam Yaratıcıları Derneği”nden falan bahsediyordun… Merak edenler senin
cevâbını okusun. Sübjektif konularda fikir ayrılığına düşebiliriz, bana “diktatör, bağnaz, tutucu” da diyebilirsin. Yalnız söz konusu imlâ kurallarına dayanaksız olarak karşı çıkan ve tipografik kuralları “teknik” diye küçümseyen bir “yazar”sa, benim dikkatim ufak ufak dağılır. Cevaplarının hiçbirinin beni iknâ etmediğini, ilk yazımdaki görüşlerimin hepsini aynen muhafaza ettiğimi bilmeni isterim.,
by ¨¨˜”°º•by•º°”˜¨¨